"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" ve
"İlim, fen ve uzmanlık nerede varsa, sanayi nerede
varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve
herkesin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur."
- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının hemen ardından Atatürk, ülkenin biran evvel çağdaş ülkeler seviyesine çıkması için çalışmalara başladı. Bu çalışmaların başarılı olması için ilke ve devrimleri hızlı bir şekilde hayata geçirmenin doğru olacağı kanaatindeydi.
- Atatürk, eskiden kalma, gerici zihniyetin sebep olduğu bütün alışkanlıkların ortadan kaldırılması ve ilerlemeye mani olan hurafeciliğin kökten yok edilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
- Büyük önder bu konu hakkında, “Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.” diyerek, bilimsel olmayan her şeyin biran evvel terk edilmesi gerektiğini, bilimin ışığında ilerlemenin mecburiyetini en güzel şekilde ifade etmiştir.
- Dünya ülkeleri bilimsel ve teknolojik çalışmalara büyük önem vererek, özellikle sanayi alanında büyük gelişmeler gösterirken, Türk milletinin de bu gelişmelerin gerisinde kalmaması hayati bir önem arz ediyordu.
- Atatürk, “İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunluluğudur.” sözleriyle Türk milletinin, bilimden hiçbir zaman ayrılmaması gerektiğini en sade bir biçimde açıklamıştır.
ATATÜRK VE BİLİM
ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI GEOMETRİ KİTABI
Günümüzün bilim ve teknolojisinin bel kemiği olan matematik,
kendine özgü doğrulara, yanlışlara ve dile sahiptir. Matematik yakından
ilgilenenlerin anlayabileceği veya “üçgen, kare, dikdörtgen, çember, daire
vb..” gibi herkesin yakından bildiği terimler ve çeşitli sembolik gösterimlere
sahiptir. Hiç düşündünüz mü, nereden geliyor bu terimler? Kim, neden üç kenarı
olan kapalı eğriye üçgen adını vermiş? Bu konu üzerine bir araştırma
yaptığınızda karşınıza çıkacak tek isim vardır ki, O da şüphesiz önünde
saygıyla eğildiğimiz, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Atatürk'ün geometri kitabı yazdığını 35 yaşında tesadüf
eseri bulunduğum konferansta öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Atatürk Türkiye'nin
çağdaşlaşmasına yönelik adımlar atarken, geometri kitabı yazılması için Milli
Eğitim Bakanlığına görev verebilirdi. Demek ki, böyle bir kitabı yazacak
yeterli kadrolar olmadığını düşünmüş olmalı. Zaten Osmanlı, Cumhuriyet'e
yeterli aydın sınıfı bırakmadı. Ayrıca, ortada okuma yazma oranı % 6 olan bir
toplum vardı.
Cumhuriyet, Osmalı'dan tarım devrimi içinde kalmış, sanayi
devrimini kaçırmış bir toplum devraldı. Atatürk Cumhuriyetle birlikte, sanayi
devrimine geçiş aşamasında devrimleri peşpeşe ve hızlı yapmak zorunda kaldı.
Geometri kitabının yazılmasını hızlı sanayileşmek zorunda kalan bir toplumun
ihtiyacı olarak değerlendirmek gerekiyor.
Atatürk bu kitabı ölümünden bir buçuk yıl önce III. Türk Dil
Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayı'nda
kendi eliyle yazmıştır. Atatürk Arapça ve Farsça terimlerle dolu ders
kitaplarının öğrenciler açısından öğrenimi geciktireceğini düşünmüştü.
Atatürk Sivas gezisi esnasında, Sivas Kongresinin de
yapıldığı Lisenin 9/A sınıfında programdaki Hendese (Geometri) dersine girdi.
Bu derste bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdı. Öğrenci tahtada çizdiği koşut iki
çizginin, başka iki koşut çizginin kesişmesinden oluşan açıların Arapça
adlarını söylemekte zorluk çekmiş ve yanlışlıklar yapmıştı. Bu durumdan
etkilenen Atatürk, tepkisini, “Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle, öğrencilere
bilgi verilemez. Dersler, Türkçe, yeni terimlerle anlatılmalıdır.” dedi ve
tebeşiri eline alıp, tahtada çizimlerle “zaviye”nin karşılığı olarak “açı”,
“dılı” nın karşılığı olarak “kenar”, “müselles”in karşılığı olarak da “üçgen”
gibi Türkçe yeni terimler kullanarak, bir takım Geometri konularını ve bu arada
Pythagoras teoremini anlattı.
Atatürk, dilimize karşılığı “koşut” olan “muvazi”
kelimesinin yerine kullandığı “paralel” teriminin kökenini açıklarken Orta
Asya’daki Türklerin, kağnının iki tekerleğinin bir dingile bağlı olarak duruş
biçimine “para” adını verdiklerini anlattı.
Atatürk geometri kitabını yazarken, Fransızca kitaplar
üzerinde de çalışarak Arapça geometri deyimlerini Türkçeleştirmiştir. Türkçe
terimleri bizzat üretmiş. Mesela bakın hangi yabancı sözcükleri nasıl Türkçeleştirmiş:
“kutur - çap, hattı munassıf - açıortay, kaim zaviyeli müselles - dikey üçgen,
murabba - kare, satıh - yüzey, zâviye - açı, amûd - dikey, mustatîl -
dikdörtgen, muhammes - beşgen...”
Bugün kullanılan “boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap,
kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban,
eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen,
köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp,
bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı” gibi terimler Atatürk
tarafından türetilmiştir.
Bir düşünün “Müsellesin sathı yatalay, dikeley zarbının
müsavatına müsavidir.” Cümlesinden ne anlıyorsunuz? Belki anneanne ve
dedelerimiz bize bu cümle içinden bir kaç kelimeyi günümüz Türkçe’sine
çevirebilir ama bir çoğunuz gibi ben de bu cümleyi ilk okuduğumda hiç bir şey
anlamamıştım. Oysa bu cümle “üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının
yarısına eşittir.” anlamına gelmektedir.
ATATÜRK'ÜN BİLİM İLE İLGİLİ ÜNLÜ SÖZLERİ
“İlim, fen ve ihtisas nerede varsa, sanayi nerede varsa,
gidip öğrenmeye mecburuz.”
“İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir,
cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin, yaşadığımız her
dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip
etmek şarttır.”
“Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının
koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak,
elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”
“Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan
cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.”
“İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben
emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için
siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin
yapıcı yanlarını gösteriniz, ben takip edeyim.”
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir
donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar
karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi fakat asla taviz
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.”
“İlim tercüme ile olmaz, inceleme ile olur.”
“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin,
inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de
hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler,
hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir
açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder