14 Ocak 2021 Perşembe

DOLAŞIM SİSTEMİ 2 ( LENF SİSTEMİ, KAN DOLAŞIMI, BAĞIŞIKLIK)

 


Sağlıklı bir insanda her gün kılcal damarlardan doku sıvısına yaklaşık 4-8 litre sıvı geçişi olur. Bunun yanında az miktarda protein de doku sıvısına geçer. Kan, kaybettiği bu proteini ve sıvıyı lenf sistemi sayesinde yeniden kazanır.
Balıklar hariç tüm omurgalılarda kan dolaşım sistemi dışında lenfatik sistem (lenf sistemi) adını alan ikinci bir dolaşım sistemi bulunur.
Kılcal damarlardaki madde alışverişi esnasında doku sıvısına geçen küçük proteinler, akyuvarlar ve bazı maddeler kılcal kan damarlarına geri dönemez. İşte hücreler arası boşluklarda kalan bu doku sıvısının kan dolaşımına geri dönmesini sağlayan dolaşıma lenf dolaşımı denir.



LENF DOLAŞIMI

  • Sağlıklı bir insanda her gün kılcal damarlardan doku sıvısına yaklaşık 4-8 litre sıvı geçişi olur. Bunun yanında az miktarda protein de doku sıvısına geçer. Kan, kaybettiği bu proteini ve sıvıyı lenf sistemi sayesinde yeniden kazanır.
  • Balıklar hariç tüm omurgalılarda kan dolaşım sistemi dışında lenfatik sistem (lenf sistemi) adını alan ikinci bir dolaşım sistemi bulunur.
  • Kılcal damarlardaki madde alışverişi esnasında doku sıvısına geçen küçük proteinler, akyuvarlar ve bazı maddeler kılcal kan damarlarına geri dönemez. İşte hücreler arası boşluklarda kalan bu doku sıvısının kan dolaşımına geri dönmesini sağlayan dolaşıma lenf dolaşımı denir.
  • Lenfatik sistem üç bölümde incelenir;
  • Lenf sistemini oluşturan yapılar;

1.Lenf sıvısı.

2.Lenf damarları.

3.Lenf düğümleri.

Lenfʼin alyuvarı ve atar damarı yoktur.

Akyuvarı, kılcal damarı ve toplar damarı vardır.




1.Lenf Sıvısı (Akkan)

  • İnsanda yaklaşık 1-2 litre kadardır. Kandan farklı olarak alyuvar ve birçok protein bulundurmaz, renksizdir.
  • Damar dışında geç pıhtılaşır.
  • Akyuvar bulunur.
  • Bağışıklık sisteminde görev alırlar.
  • Lenf sıvısını pompalayan bir yapı yoktur. Onun için dolaşımı yavaştır.
  • Lenf kırmızı renkli alyuvar hücreleri bulunmadığı için renksizdir. Aynı zamanda O2 ve CO2 taşımaz





2. Lenf Damarları

  • Lenfi taşıyan damarlar, lenf kılcalları ve lenf toplardamarlarıdır.
  • Lenf atardamarı yoktur. Bunun için kanın akışı, toplardamarlarda doku ve organlardan kalbe doğru tek yönlüdür.
  • Lenf kılcalları dokuların içine yayılmış, bir ucu kapalı çok ince damarlardır ve tek sıra epitelden yapılmış endotel tabakadan oluşur. Geçirgenliği kan kılcallarından fazladır. Bu kılcallar daha sonra lenf toplardamarlarına bağlanır.

Lenf Kılcalları

  • Bir ucu kapalı olan tüp şeklinde borucuklardır.
  • Damar duvarları kan damarlarına göre daha incedir.
  • Doku hücreleri arasına bir ağ gibi yayılır.
  • Tek tabakalı epitel hücre yapısındaki duvarları çok geçirgendir.
  • Kan kılcalları, proteinlerin doku sıvısına çıkışına izin vermediği halde bir miktar protein doku sıvısına çıkar.
Bu proteinlerin yeniden kana taşınması gerekir.
  • Doku sıvısına çıkan proteinler lenf kılcallarına geçer ve lenf yolu ile kana taşınır.
  • Lenf kılcallarına geçen doku sıvısı lenf (akkan) adını alır.
  • Birleşen lenf damarları daha iri lenf damarlarını oluşturur.
  •  Lenf damarlarının çeperlerinde düz kaslar vardır.
  • Düz kasların ritmik kasılmaları ile lenf ileri doğru hareket ettirilir
  • Ayrıca iskelet kaslarının sıkıştırıcı etkisi ve lenf damarları içindeki kapakçıklar lenfin tek yönlü hareket etmesinde önemli etkendir.
  • Lenf damarları birleşe birleşe iki büyük lenf damarını meydana getirir;

Birinci lenf damarı: Göğüs lenf kanalı (torasik kanal) adını alır ve vücudun alt bölgesinin lenfini, sol köprücük kemiği altındaki kan toplar damarına taşır.

İkinci lenf damarı: Büyük lenf damarı adını alır ve vücudun üst bölgesinin lenfini sağ köprücük kemiği altındaki toplar damara taşır.


  • Lenf kılcalları ile kan kılcallarının ortak özellikleri; Tek sıra epitelden yapılmış endotel tabakadan oluşmaları, Madde geçişinin olmasıdır.
  • Bazı Lenf toplardamarları oldukça büyük çaplıdır ve içerisinde sıvının geri dönmesini önleyen tek yönlü kapakçıklar vardır.






3. Lenf Düğümleri

  • Lenf damarlarının yoğun olarak birleştikleri küçük fasulye şeklindeki şişkin oluşumlara lenf düğümü denir.
  • Lenf damarlarının yolları üzerinde bulunurlar.
  • Lenf düğümleri en çok karın, kasık, boyun, koltuk altı, göğüs gibi bölgelerde bulunur.
Örneğin Bademcikler, dalak, timus birer lenf düğümüdür.

  • En önemli lenf düğümleri dalak ve bademciklerdir.
  • İçlerinde çok miktarda akyuvar bulunur. Lenf bu düğümlere girer, çıktığında içindeki lenfosit adlı akyuvarların sayısı artar. Bakteri ve virüslere karşı vücut savunmasında lenf düğümleri önemli işleve sahiptir.
  • Ağır enfeksiyonel rahatsızlıklarda lenf düğümlerinde şişme görülebilir.
Lenfatik sistemin görevi:

  • Doku sıvısı fazlasını ve proteinleri kana geri götürmek
  • Vücut savunmasında rol almak. (Akyuvar üreterek vücudu mikroplara karşı korur.)
  • Sindirim sisteminden yağları alıp kana taşımak
  • İncebağırsaktan emilen yağ asitleri, gliserol ve A, D, E, K vitaminlerini kan dolaşımına katma.
  • Doku arasına sızan fazla sıvı ve küçük proteinleri kan dolaşımına katma. Böylece ödem oluşumunu engellemek.




Ödem:

Hücreler arası ortamda sıvı birikmesi ödem olarak adlandırılır.

Ödem durumunda sıvı, hücre içinde hareket eder ve hücreler şişer.

Beyin hücreleri sıvı artışına en hassas yapılardır.

Ödem Nedenleri:

  • Lenf damarlarının tıkanması
  • Kılcal kan damarlarında hidrostatik basıncın artması
  • Kan proteinlerinin azalması ile kanın ozmotik basıncının düşmesi
  • Dokularda ozmotik basıncın artması
  • Dokularda sodyum ve su tutulması

 


Lenf sıvısının hareketi;

  • İskelet kaslarının kasılması,
  • Solunum sırasında göğüs kafesinde oluşan basınç farkı,
  • Lenf toplardamarlarının tek yöne açılan kapakçıkları,
  • Kalbin üstündeki yapılarda yer çekimi kuvveti
  • Sağ kulakçığın gevşemesi ile oluşan emme kuvveti ile sağlanır.

Lenf sıvısının kan dolaşımına katılma yolları

Lenf sıvısı kan dolaşımına iki yol ile katılır.

  • Lenf sıvısının ilk olarak kana karıştığı damar sol köprücük altı toplar damarıdır.

Her iki yoldan gelen lenf sıvısının ilk karıştığı ve kalbin sağ kulakçığına döküldüğü damar üst ana toplar damarıdır

Lenf sıvısının hareketi;

  • İskelet kaslarının kasılması,
  • Solunum sırasında göğüs kafesinde oluşan basınç farkı,
  • Lenf toplardamarlarının tek yöne açılan kapakçıkları,
  • Kalbin üstündeki yapılarda yer çekimi kuvveti
  • Sağ kulakçığın gevşemesi ile oluşan emme kuvveti ile sağlanır.

 






1. KAN DOLAŞIMI

Kanın vücuttaki dolaşımı büyük ve küçük kan dolaşımı olarak iki kısımda incelenir:

a.Küçük kan dolaşımı (akciğer dolaşımı):

Kalp ile akciğer arasındaki kan dolaşımıdır.

Kalpteki oksijence fakir kanın akciğer atardamarı ile sağ karıncıktan çıkıp akciğerlere giderek oksijence zenginleştikten sonra akciğer toplardamarıyla sol kulakçığa dönmesidir.

Amaç; kanın temizlenmesini sağlamaktır.

Kanın İzlediği Yol:

b. Büyük kan dolaşımı (sistemik kan dolaşımı):

Akciğer hariç, vücudun diğer organları ile kalp arasındaki dolaşımdır.

Amaç; Organlara (akciğer hariç) O2 ve besin taşımak, oluşan CO2 ve atıkları bu organlardan uzaklaştırmaktır. 

Kanın izlediği yol:

  • Küçük kan dolaşımında görevli olan akciğer atardamarı kalpten çıktıktan sonra iki kola ayrılır. Biri sağ, diğeri sol olmak üzere temizlemek için kirli kanı akciğerlere götürür.

Yine küçük kan dolaşımında görevli olan her bir akciğerden iki akciğer toplardamarı olmak üzere toplam dört toplardamar sol kulakçığa temiz kan getirir.












BAĞIŞIKLIK (İMMUN SİSTEM):

Canlılar, kendi vücutlarına yabancı olan maddelere karşı doğal korunma sistemlerine sahiptir.
Bağışıklık: İnsanda patojen özelliğe sahip mikroorganizmalara, anormal hücrelere ve yabancı maddelere karşı korunma ve savunma yeteneğine denir.
Bağışıklığı oluşturan organların tümüne bağışıklık sistemi denir.
Savunmayı sağlayan bağışıklık hücreleri akyuvarlar, makrofajlar ve plazma hücreleridir.
Bağışıklık hücrelerini üreten organlar  dalak, timüs bezi, karaciğer, kemik iliği ve lenf düğümleridir.
Antijen: Vücuda girdiğinde antikor oluşumuna neden olan her türlü yabancı maddeye  antijen denir.
Örnek:  Bakterilere, virüslere, mantarlara ait moleküller birer antijendir

Antijenlerin çoğu protein, nükleik asit ya da proteinlerle birleşmiş polisakkaritlerdir.
Antijen, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi uyarılır ve özgül savunma proteinleri olan antikorlar üretilir
Antijen-antikor tepkisi:
Bağışıklık sistemi hücreleri tarafından üretilen antikorlar, antijenlere özgüdür.
Her antikor kendi yapısına uyan antijen ile birleşerek onu etkisiz hâle getirmesidir.
Antijen-antikor tepkimelerinin özgüllüğü, türler arasındaki akrabalık derecelerinin belirlenmesinde kullanılmaktadır.
Bu durum, doku nakillerinde de önemlidir. Doku nakillerinin başarılı olabilmesi için aktarılan dokudaki antijenlerin aktarıldıkları organizmadaki doku ile uyumlu olması gerekir.
Vücuda uyumlu olmayan dokuların nakledilmesi durumunda bağışıklık sistemi tepki gösterir.

Vücut, nakledilen dokudaki antijenlere karşı antikor oluşturur.

Oluşan antikorlar antijenleri etkisiz hâle getirir ve doku nakli başarısız olur.

A. Bağışıklık Çeşitleri

Enfeksiyon: Virüs, bakteri, mantar gibi hastalık yapabilen mikroorganizmaların vücuda girerek üremesidir.

Enfeksiyon sonucunda mikroorganizmalar, bağışıklık sisteminin savunma mekanizmaları ile karşılaşır

Savunma mekanizmalarını oluşturan çeşitli savunma hatları bulunmaktadır.
Bu savunma hatlarının ilk ikisi özgül değildir. Yani vücudumuza zarar verecek olan tüm etkenlere karşı ayırım gözetilmeden savunma yapılır. Savunmanın üçüncü hattında ise vücudumuza giren mikroorganizmalar tanınmakta ve bu mikroorganizmalara özgü savunma yapılmaktadır.

Bağışıklık savunma mekanizmalarına göre iki grupta incelenir.
Özgül olmayan bağışıklık ve özgül bağışıklık olarak




BAĞIŞIKLIK

Genel Savunma

(Özgül Olmayan Savunma Mekanizmaları)

 

Özgül Savunma Mekanizmaları

Savunmanın Birinci Hattı

Savunmanın İkinci Hattı

Savunmanın Üçüncü Hattı

Deri, ağız, burun, göz, mide, epitel doku ve bunların salgıları

Fagositik hücreler

Doğal katil hücreleri

İltihaplanma (Yangısal tepki)

Antimikrobiyal proteinler

Yüksek ateş

Lenfositler

 

B lenfositler

(Hümoral Bağışıklık)

 

T lenfositler

(Hücresel Bağışıklık)



BİLGİ:

Bağışıklık hücreleri (elemanları)

Lökositler: Mikroorganizmaları fagositoz yoluyla veya antikor üreterek etkisiz hale getiren akyuvarlardır.

Makrofajlar (Büyük yiyiciler): Dolaşımdaki monositlerin farklılaşması ile oluşur. Karaciğer, dalak ve lenf bezlerine yerleşir. Amipsi hareketlerle uyarılan yerlere giderek, gelişmiş fagositoz yetenekleri ile ölü kan hücrelerini, vücuda giren bakterileri yok eden hücrelerdir.

Plazma hücreleri: Antikor üreterek bağışıklık sistemine yardımcı olurlar.

Antikor: Antijenleri yok etmek için bağışıklık sisteminin ürettiği protein yapılı özel savunma maddeleridir.

Antijen: Vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi tarafından antikor üretimine yol açan yabancı moleküllerdir. Örneğin virüslere, bakterilere, mantarlara, protozoonlara, parazit solucanlara vb. canlılara ait moleküller, kanser hücreleri, polenler antijendir.

Toksin: Mikropların salgıladığı zehirlerdir.

Antitoksin: Toksinlere karşı yapılan antikorlardır.

 Bağışıklık hücrelerini üreten organlar:

Dalak

Timüs Bezi

Karaciğer

Kemik İliği

Lenf Düğümleri

 Dalak:

Diyaframın altında, karın boşluğunun sol üst kısmında yer alır.

Lenfosit ve monosit üretir, kanı süzer.

Embriyo döneminde ve daha sonraki dönemlerde kemik iliğindeki alyuvar yapımı yetersiz olduğunda da alyuvar üretir.

Makrofaj hücreler dalağa gelen kanda bulunan yaşlı alyuvarları ve kan pulcuklarını fagosite eder.

Kemik iliği:

Kırmızı kemik iliğinden bütün kan hücreleri üretilir.

Timus bezi:

Tiroit bezinin altında bulunur. Yaş ilerledikçe giderek küçülür ve yaklaşık 25 yaşlarında körelir.

 Kemik iliğinde oluşan lenfositler, burada olgunlaşarak T lenfosit adını alır. Daha sonra da lenf düğümlerine yerleşir.



 1. Özgül (Spesifik) Olmayan Bağışıklık:

  • Kişinin doğal yapısı ile mikroorganizmaların vücuda girmesinin ve üremesinin önlenmesidir.
  • Savunmanın ilk iki hattını oluşturur.
Savunmanın Birinci Hattı:

  • Bu hattı oluşturan koruyucu mekanizmada mide asidi, tükürük, ter, gözyaşı gibi salgılar mikroorganizmaları yok edici özelliktedir.
Antijenlerin yapısına ve türüne bağlı olmadan yapılan bu savunmada hastalık etkenlerinin vücuda girişi ağız, burun, mide, deri ve gözdeki salgılarla engellenir.
Deri: Deride bulunan ter ve yağ bezlerinin salgıları pH’ı düşürerek mikroorganizmaların yerleşmesini ve üremesini önler.

Solunum yolu: Havadan solunum yoluyla alınan mikroorganizmalar, burun kılları ve soluk borusundaki hücrelerin oluşturduğu mukusla sarılarak dışarı atılır.

Gözyaşı: Gözyaşında bulunan lizozim enzimi, çevreden göze gelen mikroorganizmaları parçalar.

Mide asiti ve enzimler: Midedeki HCI ve enzimler, besinlerle vücuda giren mikroorganizmaları yok eder.

Tükürük: Gözyaşında olduğu gibi tükürükte bulunan lizozim enzimi, ağız yoluyla giren mikroorganizmaları öldürücü özelliktedir.



Savunmanın İkinci Hattı:

  • Savunmanın birinci hattını geçen mikroorganizmalar, ikinci koruyucu mekanizma ile karşılaşır.
  • Bu hatta etkili olanlar;
1.Vücut sıcaklığının yükselmesi,
2.Fagositoz yapan hücreler,
3.İltihaplanma (yangısal tepki)
4. Doğal katil hücreler.
5.İnterferon adı verilen antimikrobiyal proteinle
1. Vücut sıcaklığının yükselmesi:
Herhangi bir dokunun mikroorganizmalarla enfekte olması durumunda vücut sıcaklığı yükselir.
Vücut sıcaklığının yükselmesi hem mikroorganizmaların üremesini engeller, interferonların daha etkili çalışmasını sağlar hem de fagositozu kolaylaştırır.
Aynı zamanda doku tamirini hızlandırır.
Fakat vücut sıcaklığının çok yüksek olması enzimlerin yapısını bozar ve havale geçirmeye neden olabilir. Vücut savunmasında 38-39°C sıcaklık hücrelere zarar vermez ve savunmada önemlidir.

2. Fagositoz:

  • Vücuda mikroorganizma girdiğinde salgılanan bazı kimyasal uyarıcılarla akyuvarlar bu bölgeye çekilir.
  • Kan damarlarının duvarına yapışan akyuvarlar damardan geçerek mikroorganizmaların bulunduğu bölgeye doğru ilerler ve fagositozla mikroorganizmaları çevreleyerek yok eder.
  • Nötrofiller, monositler (makrofajlara dönüşebilir) ve eozinofiller fagositoz yetenekleri olan akyuvarlardır. (Sıralama fagositoz yeteneklerine göre çoktan aza doğru yapılmıştır).
  • Bazı makrofajlar vücutta dolaşır.
Bazıları ise akciğer, karaciğer, böbrekler ve beyin gibi organlarda sürekli kalır.

Örnek: Karaciğerdeki kupffer hücreleri, akciğerdeki makrofajlar bulundukları yerde sürekli kalan ve mikropları fagosite eden özel hücrelerdir.



3. İltihaplanma (Yangısal tepki):

  • Canlı dokunun zedelenmeye karşı verdiği kızarıklık, sıcaklık artışı, şişkinlik, ağrı gibi tepkiye denir.
  • Zarar gören ya da mikroorganizmalarla enfekte olan dokularda ortaya çıkar.
  • Yaralanan dokuda bulunan hücreler tarafından salgılanan histamin proteini, kılcal damarların genişlemesini sağlar ve geçirgenliğini artırır. Yaralı dokuya kan akışının hızlanmasını ve kılcallardan doku sıvısına madde geçişinin artmasını sağlar. Bunun sonucunda kızartı ve ödem oluşur.
  • Bazı akyuvarlar, pirojen adı verilen bir madde salgılayarak vücut sıcaklığının yükselmesine neden olur.
  • Yaralanan dokuya geçen bazı akyuvarlar ise fagositozla mikroorganizmaları yok eder.
  • Doku sıvısına geçen fibrinojen ve pıhtılaşmada rol oynayan diğer proteinler, pıhtı oluşturarak mikroorganizmaların sağlıklı dokulara yayılmasını engeller.










4. Doğal katil hücreler:

  • Fagositoz yapmayan bu hücreler salgıladıkları perforin adlı bir protein ile virüs bulaşmış ya da kanserleşmiş hücreleri parçalayarak yok eder.
  • Doku ve organ reddinden sorumlu olan başlıca hücrelerdir.
  • Mikroorganizmaları fagosite etmez.
İnterferon:

Doğal korunma yollarındandır.

Bazı hücrelerin interferon denilen antimikrobiyal proteinleri salgılamasıdır.

Virüsle enfekte olmuş hücreler tarafından üretilen interferon, sağlıklı hücrelerivirüslerin çoğalmasını önleyen enzimleri üretmeleri için uyarır.

Böylece grip, soğuk algınlığı gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılması önlenir.

Ayrıca interferon, fagositoz yapan savunma hücrelerinin uyarılmasında da etkilidir.



5. Antimikrobiyal proteinler:

Virüslere karşı üretilen özel antimikrobiyal protein, interferondur.
Bazı akyuvar çeşitlerinden ve virüsle enfekte olmuş hücreler tarafından üretilirler.
İnterferon, komşu hücrelere sızarak bu hücrelerde virüslerin çoğalmasını engelleyen başka kimyasal maddeler üretilmesini sağlar.
Bu yolla interferonlar nezle, grip gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılmasını engeller.
Aynı zamanda interferonlar fagositoz yapan hücreleri uyararak mikroorganizmaların fagositozla yok edilmesini sağlar.


2. Özgül Bağışıklık:

·         Birinci ve ikinci savunma hattını aşan mikroorganizmalar, üçüncü savunma hattında lenfosit adı verilen bağışıklık sistemi hücreleri ile karşılaşır.

Bu savunmada özgül bağışıklık olarak tanımlanır.

Kemik iliğinde oluşturulan ve antijenleri tanıma özelliğine sahip olan T ve B lenfositleri görev alır.

T lenfositleri hücresel bağışıklıkta,

B lenfositleri ise humoral bağışıklıkta etkilidir.

Bu hücreler olgunlaştıkları yere göre isimlendirilir.

Olgunlaşmalarını fetüs döneminde karaciğerde, doğum sonrasında ise kemik iliğinde tamamlayan lenfositlere B-lenfositleri denir.

Timus bezinde olgunlaşan lenfositlere ise T-lenfositleri denir.

 

Hücresel bağışıklık:

·         Antijenlerin T lenfositlerini aktive etmesiyle başlayan bağışıklıktır.

Antijenlerin çoğu makrofajlar tarafından fagosite edilirken bir kısmı bazı proteinlere bağlanarak hücre yüzeyine taşınır ve T lenfositlerini aktive eder.

Aktive olan T lenfositleri çoğalır, bir kısmı bellek hücrelerine dönüşür, bir kısmı ise antijen ile doğrudan birleşir.

T lenfositleri, doğrudan temas ederek antijeni yok ettiği için bu bağışıklığa hücresel   bağışıklık denir.

Hücresel bağışıklıkta T lenfositleri bakteriler, mantarlar, parazitler, doku nakillerinde yabancı hücreler ve kanser hücreleriyle mücadelede etkinlik gösterir.

Humoral (Sıvısal) Bağışıklık :

·         B lenfositleri ile oluşturulan bağışıklık humoral (sıvısal) bağışıklık olarak adlandırılır.

Bunun nedeni oluşturulan antikorların çözünebilme özelliğinde olması, dolayısıyla kan ve lenf sıvısı ile taşınabilmesidir.

Humoral bağışıklıkta, B lenfositleri antijenle temas ettiklerinde hızla bölünerek plazma hücrelerini oluşturur.

Plazma hücreleri her antijene karşı özgül savunma proteinleri olan antikorlarıüretir.

Üretilen antikorlar kan ve lenf sıvısıyla enfeksiyonlu bölgeye taşınarak antijenleri etkisiz hâle getirir.

Bazı B lenfositleri ise antijeni tanıyan bellek hücrelerine dönüşür ve uzun süre dolaşımda kalır.

Antijen, ikinci kez vücuda girdiğinde ise hızla çoğalır ve onu etkisiz hâle getirir.

Bu şekilde oluşan kalıcı bağışıklıkla bazı hastalıklara karşı ömür boyu korunma sağlanır.

Kızamık, kabakulak gibi bazı çocukluk hastalıkları kalıcı bağışıklığa örnektir.





BİLGİ:

Antijen – antikor kompleksi; nötralizasyon, kümeleşme veya çökelme meydana getirebilir.

 Böylece fagositoz kolaylaşır. Kompleman olarak adlandırılan bir grup protein enfeksiyon yokken işlevsizdir. Antikor, bakteri gibi yabancı bir hücreye bağlandığında aktifleşir. Kompleman protein, antikora bağlanır ve yabancı hücrenin duvarında bir delik açılmasını sağlar. Bu delikten yabancı hücre içine su girer ve yabancı hücre patlar.

Humoral bağışıklık ile serbest virüsler, toksinler ve bakterilere karşı savunma yapılır.



 

Bağışıklığın Kazanılması

A. Doğal bağışıklık

Savunmanın 1. ve 2. hattı

B. Kazanılmış Bağışıklık

1. Aktif Bağışıklık

a. Hastalığın geçirilmesi ile

b. Aşıyla

2. Pasif Bağışıklık

a. Serumla

b. Plasenta yolu ve anne sütüyle










B. Bağışıklığın Kazanılması

  • Bağışıklık iki şekilde kazanılır:

1.Doğal bağışıklık (kalıtsal bağışıklık) ve

2.Kazanılmış bağışıklık

1.Doğal bağışıklık:

İnsanlar bazı hastalık etkenlerine karşı doğuştan dirençlidir ve bu direnç genlerle yeni nesillere aktarılır. Doğal bağışıklıkta savunmanın birinci ve ikinci hattında görev alan yapılar rol oynar.

Böylece bazı hastalıklara karşı doğuştan korunma sağlanır.

Doğal bağışıklık türe ve ırka özgü olarak değişir.

Örnek:,

Siyahi insanlar sarı humma hastalığına yakalanmazlar.

Uçuk virüsü tavşanda öldürücü olmasına karşın insanda genel olarak ağız kenarında içi su dolu kabartıları oluşturur.

Tavuk kolerası, sığır vebası gibi virüslerin neden olduğu hastalıklara karşı insanlar doğal bağışıklığa sahiptir.

İnsanlar için öldürücü olabilen kızamık, boğmaca, çocuk felci gibi hastalıklar da hayvanlarda görülmez.





2. Kazanılmış bağışıklık:

Doğumdan sonraki dönemde hastalık etkenlerinin vücuda girmesi sonucu bağışıklık sisteminin uyarılması ve antikor üretilerek savunma oluşturulmasıdır. Dolayısıyla canlının doğumdan sonra bazı hastalıklara karşı sonradan edindiği bağışıklıktır. Kazanılmış bağışıklık aktif ve pasif bağışıklık olarak gruplanır.

a. Aktif bağışıklık:

Hastalığın doğrudan geçirilmesiyle ya da aşılama ile kazanılan bağışıklıktır.

Hastalığın geçirilmesi: Hastalık anında bağışıklık sistemi antijeni tanır ve özgül savunma proteinleri olan antikorlar üretilir.

Aynı hastalık etkeni ile tekrar karşılaşıldığında çok hızlı bir şekilde oluşturulan antikorlar, antijenleri etkisiz hâle getirerek kişinin hastalanmasını önler ya da hastalık çok hafif geçirilir.

Aşılama:

Aşı, hastalık yapabilme yeteneği azaltılmış ya da yok edilmiş mikroorganizmaları ya da

mikroorganizmaların toksinlerini içeren sıvıdır.

Aşı, hastalanmadan önce korunma amaçlı uygulanır ve etkisi uzun sürelidir.

Aşı ile bağışıklık sisteminin bellek hücreleri hastalık etkenini tanıyarak antijene özgü antikor üretir.

Bu olay birincil bağışıklık olarak tanımlanır.

Aşılanan kişi, hastalık etkeni ile ikinci kez karşılaşırsa bellek hücreleri antikorların hızla üretilmesini sağlar.

Böylece hastalık çok hafif geçirilir ya da hiç görülmez.

Bu olay da ikincil bağışıklık olarak bilinir.

·         Kızamık, kabakulak, çocuk felci, hepatit gibi aşılar çocuklar için birincil bağışıklığı sağlamaya yönelik hazırlanmıştır.

·         Ancak hastalık yapan mikroorganizmaların genetik yapılarının hızlı değişimi nedeniyle her bulaşıcı hastalık, aşılama ile önlenememektedir.

Bu durum insan sağlığı için sürekli bir tehdit oluşturmaktadır.

Örneğin, AIDS hastalığına neden olan HIV virüsü için antijenik değişkenliği nedeniyle etkin bir aşı geliştirilememiştir.

Grip hastalığının da etkeni virüstür. Her sene toplumda gribe neden olan virüs çeşidi farklılık gösterebileceğinden bu hastalıkla ilgili üretilen aşılar zaman içerisinde değiştirilmektedir




 b. Pasif bağışıklık:

  • Antikor içeren kan serumunun vücuda verilmesi pasif bağışıklıktır.
  • Serum, antikor içeren fibrinojensiz kan plazmasıdır.
Plazma içinde bulunan antikorlar hastalık etkenini ya da toksinlerini etkisiz hâle getirir.

Serum, genel olarak mikroorganizmalara karşı bağışıklık gösteren at, sığır gibi hayvanlardan elde edilir ve hastalık anında tedavi amaçlı kullanılır.

Bağışıklık sistemi uyarılmadığından etkisi kısa sürelidir.

Anne sütü içinde bulunan antikorlar da bebeği geçici bir süre hastalıklara karşı koruduğundan pasif bağışıklık olarak kabul edilir.

 

AŞI

SERUM

Yapay aktif bağışıklık sağlar.   

Yapay pasif bağışıklık sağlar.

Toksin veya antijen içerir.

Antikor veya antitoksin içerir.

Sağlıklı kişiye uygulanır.         

Hasta kişiye uygulanır.

Koruyucudur.

Tedavi edicidir.

Bağışıklık süresi uzundur.      

Bağışıklık süresi kısadır.

Hafıza hücrelerinin oluşmasına neden olur. (Bağışıklık sistemini uyarır.)

Hafıza hücrelerinin oluşmasına neden olmaz. (Bağışıklık sistemini uyarmaz.)

Laboratuarda yapılır.               

Sığır veya atın kanından elde edilir.

 NOT: Antibiyotikler bağışıklık sağlamaz. Bakterileri öldürerek tedavi eder.





C. Alerjilerde Bağışıklık Sisteminin Rolü:
  • Alerji, çok sık görülen bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak kabul edilir. 
  • Bağışıklık sistemimizin antijenlere karşı vücudumuzu koruduğunu öğrendiniz. 
  • Bazı durumlarda ise bağışıklık sistemi normalde vücut için zararlı olmayan yabancı bir antijeni de tehlikeli olarak görebilir ve aşırı tepki verir. 
  • Alerji olarak tanımlanan bu durumun ortaya çıkışında genetik yatkınlık ve çevresel faktörler önemli rol oynar.
  • Alerjiye neden olan antijenler, alerjen olarak tanımlanır. 
  • Vücut bu alerjenlere karşı antikor üretir ve onu yok etmeye çalışır.
  • Vücudun alerjenlere karşı verdiği tepkiler arasında ciltte kabarıklıklar, kaşıntı, egzema, astım, saman nezlesi, konjoktivit gibi durumlar sayılabilir. 
  • Alerjenler solunum yolu, yiyecekler ve alerjenin deriden teması ile alınabilir. 
  • Alerjik tepkimelere yol açan maddeler kişiden kişiye değişebilir.
  • Bunlar, penisilin ve sulfamid gibi bazı ilaçlar olabildiği gibi polen, bal, fındık, kivi, yumurta gibi besinler de olabilir. 
  • Alerjinin hangi maddeye karşı oluştuğunun belirlenebilmesi için deri testleri yapılır. Bazı alerjen maddelere karşı aşılar geliştirilmiştir.






ANTİKOR ÇEŞİTLERİ:
IgM: 
Antijen ile ilk karşılaşmada ilk ve en erken sentezlenen ve en büyük olan antikor.
Fetüs 6 aylık olduğunda IgM üretimi başlar. 
Çok sayıda antijeni çökeltme özelliğine sahiptir. 
Kan ve lenf sıvısında bulunur. 
Tüm Igʼlerin % 5 – 10ʼu IgMʼdir.
IgG: 
Vücuttaki en küçük ve en çok olan antikordur (tüm Igʼlerin % 75 – 80ʼi). 
Bakteri ve virüslerle savaşta çok önemli rol oynar. 
Gebelikte anneden fetüse geçen tek antikordur. 
Yeni doğan bebeğin ilk aylarında annesinin dirençli olduğu çeşitli enfeksiyonlara karşı korunması sağlanır. 
Kan ve lenf sıvısında bulunur.
IgA: 
Çeşitli vücut salgılarında;
Solunum, sindirim ve genital sistem salgılarında ayrıca idrar yollarının yüzeyinde
Gözyaşı, ter ve yeni doğum yapmış annenin kolostrum adlı ilk sütünde (ağız sütü) bulunur. 
Böylece IgA vücut yüzeyini dış ortamdaki yabancı maddelere karşı korur. 
Bebekler 6 aylık oluncaya kadar yeterince IgAʼları yoktur. 
Annenin ilk sütü ile bol miktara IgA alan bebeğin sindirim sistemi birçok enfeksiyona karşı korunmuş olur.
Kandaki Igʼlerin yaklaşık  % 10 – 15ʼi IgAʼdır.
IgD: 
Olgunlaşmamış B lenfositlerin yüzeyinde bulunur. 
B lenfositlerin plazma hücrelerine dönüşmesi için antijenik reseptör görevi görür.
IgE: 
Parazit enfeksiyonlarında ve allerjik reaksiyonlar sırasında mast hücreleri ile bazofillerin yüzeyine yapışır. 
Bu hücrelerin histamin salgılanmasını sağlar.






DOLAŞIM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI
Kalp krizi (Enfarktüs): Kalp kasının bir kısmı oksijensiz kalarak öldüğünde meydana gelir. Kalp krizi, kalbe kan taşıyan damarlardan birinin (çoğunlukla koroner arterin) tıkanması sonucu oluşur. 
Kalp krizi genellikle göğsünüzün orta kısmında şiddetli ve sıkıştırıcı bir ağrıya neden olur. Ağrı göğsünüzden boynunuza, çenenize, kulaklarınıza, kollarınıza ve bileklerinize yayılabilir.
Kalp krizi riskini artıran faktörler arasında ilerleyen yaş (45 yaş üstü erkekler ve 55 yaş üstü kadınlar daha fazla risk altındadır), sigara içme, kilolu ya da obez olma ve yüksek tansiyon problemi sayılabilir.
Kalp krizinden korunmak için; sağlıklı beslenme, kalp ve damar sağlığının korunması için çok önemlidir. Hazır, konserve gıdalar ve trans yağ içeren fast-food yerine daha çok meyve, sebze tüketmelisiniz.
Satın aldığınız süt ve süt ürünlerinin yağsız ya da az yağlı olmasına özen gösterin.
Mümkün olduğunca hareket edin. Düzenli olarak yapacağınız egzersizler kalbinizi güçlendirir ve kan dolaşımını düzenler. Sigara içiyorsanız, bırakın. Ayrıca ikinci el sigara dumanı solunan ortamlardan uzak durun. Sigarayı bırakmak için profesyonel yardım alabilirsiniz. Yüksek tansiyon, şeker ve yüksek kolesterol gibi sorunlarınız bulunuyorsa bunları ihmal etmeyin ve doktorunuzun önerilerine kulak verin.

Damar tıkanıklığı: Damarların iç duvarlarında biriken plak kan dolaşımınızda bulunan çeşitli maddelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu maddeler arasında kalsiyum, yağ, kolesterol, hücre artıkları ve fibrin yer almaktadır. Bu plak biriktiğinde buna cevap olarak damarların duvarlarındaki hücreler çoğalır ve damar tıkanıklığını daha da kötüleştirecek bazı maddeler salgılar.
Damar tıkanıklığının belli başlı sebepleri:
Kötü kolesterolün yüksek, iyi kolesterolün düşük olması. Kötü kolesterolün (LDL – düşük yoğunluklu lipoprotein) yüksek, iyi kolesterolün ise düşük olması damar tıkanıklığının en önemli sebeplerinden biridir. İyi kolesterol herkesin kan dolaşımında bulunur. Ancak bu düzeyin yüksek olması gerekir. İyi kolesterolün (HDL) damarlarda biriken plağı temizlediği ve karaciğere aktardığı bilinmektedir.

Yüksek tansiyon. Yüksek tansiyon damar tıkanıklığının olduğu yerde baskıyı arttırır. Ayrıca yüksek tansiyon damar tıkanıklığı için hızlandırıcı etki yapmaktadır.
Sigara ve tütün ürünleri. Sigara içen kişilerde kalp, bacak ve aort damarlarında tıkanma daha fazla görülmektedir.
Diyabet ya da kan şekerinin yükselmesi. Damar tıkanıklığının nedenleri arasında yer almaktadır. Diyabet hastası olmayan bireylerde de kan şekerinin yükselmesi (metaboliksendrom gibi) damar tıkanıklığı riskini arttırır.
Diğer faktörler. Damar tıkanıklığı nedenleri arasında sayılabilecek diğer faktörler arasında ailedeki diğer bireylerde damar tıkanıklığı bulunması, stres, hareketsiz yaşam biçimi ve obezite yer almaktadır.
Damar tıkanıklığından korunma yolları;
Doymuş yağ oranı ve kolesterolü düşük besinlerle beslenmek.
Şeker ve basit karbonhidratları daha az tüketip meyve ve sebzeleri daha sık tüketmek.
Sağlıklı bir kiloda olmak ve bu kiloyu korumak.
Tütün ve sigara ürünleri kullanmamak, kullanılıyorsa bırakmak.
Düzenli egzersiz yapmak.
Stres yönetimi.
Tansiyonu ve kolesterolü düşük tutmak.
Kan şekerini düşük tutmak.
Yüksek tansiyon: Kan kalp tarafından pompalandığında oluşan atardamar duvarındaki en yüksek basınç (büyük tansiyon, istirahat halinde oluşan en düşük basınç ise küçük tansiyon meydana getirir.
-Kan basıncı için normal değerler büyük tansiyonun 120 mm Hg'nın (civa basıncı), küçük tansiyonun ise 80 mm Hg'nın altında olmasıdır.  Farklı iki günde en az iki kez yapılan ölçümlerde 19 yaşını geçmiş bir bireyde büyük tansiyonun 140 mm Hg ve üzerinde ya da küçük tansiyonun 90 mm Hg ve üzerinde olmasına hipertansiyon (yüksek tansiyon) adı verilir.
Yüksek Tansiyon Kalp Damar Sağlığını Nasıl Etkiler?
Yüksek tansiyon kalbin iş yükünü artırır ve atardamarlara zarar verir. Zaman içerisinde özellikle kalp, böbrek, göz ve beyne kan götüren atardamarlarda hasar oluşur.
Kalp, böbrek, göz ve beyin damarları bu yüksek basınca uzun yıllar boyunca sessizce direnebilir. Bu nedenle kan basıncındaki yükselme yıllarca belirti vermeden, tamamen sessiz ve sinsi bir şekilde ilerleyebilir. Ancak bu zarar vermediği anlamına gelmez. Yüksek tansiyon felç, kalp krizi ve böbrek yetersizliğinin en önemli nedenlerinden biridir.


Anemi (Kansızlık): Kan miktarının veya kandaki alyuvar sayısının normalden az olması durumudur. 
Başlıca nedenleri;
Kan kaybı: Çeşitli sebeplerden kanama ile kanın azalması.
Yetersiz alyuvar üretimi: Demir, folik asit, eritropoetin hormonu, B12 vitamini yetersizliği nedeniyle yeterli hemoglobin dolayısı ile alyuvar üretilemez.
Alyuvar yıkımının fazla oranda olması.
Orak hücre anemisi gibi kalıtsal faktörler,
Lösemi (Kan Kanseri): Kandaki akyuvar sayısının kontrolsüz artması sonucu oluşan bir kanser türüdür. Lösemik hücrelerin çoğalması kontrol altına alınmazsa vücut sıvısındaki besin maddelerini, amino asitleri, vitaminleri hızla tüketir. Protein kaybı ve kişinin enerjisinin azalması sonucu kişide hayati tehlike oluşturur.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Genetik yatkınlıklar, radyasyon, benzen ve türevleri (bali vs.), böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden oldukları çalışmalarla gösterilmiştir.
Varis: Toplardamarların esnekliğini yitirerek genişlemesidir. Toplardamarlardaki genişlemeden dolayı kapaklar yeterince kapanamaz ve dolaşım yavaşlar. Çok fazla ayakta duran insanların bacaklarında sıkça görülür. Özel çoraplarla ya da ameliyatla tedavisi yapılabilir.

Lenfoma (Lenf Kanseri): Lenfatik yapılardaki normal hücrelerin yerinde anormal şekil, ya da hızlı bölünme özellikleri olan hücrelerin ortaya çıkması ile gelişmektedir. Lenf düğümlerinin şişmesiyle kendini belli eder.
-Lenfomanın belirtileri arasında en sık görülen boyunda, koltuk altında veya kasık bölgesinde rastlanan ağrısız şişliklerdir. Ayrıca ateş, kilo kaybı, hâlsizlik, yorgunluk hissi, gece terlemesi, iştahsızlık da diğer belirtiler arasındadır.
Fil hastalığı:İpliksi solucan larvalarının neden olduğu bir hastalıktır. Fil hastalığının en önemli özelliği, lenf damarlarını tıkayarak iltihaplanmaya yol açmasıdır. Bunun sonucunda özellikle ayak ve bacaklarda aşırı şişme görülür.

Kangren: Vücuttaki tüm dokuların yaşamlarını sürdürebilmek için kana ihtiyacı vardır. Kan, dokulara oksijen, su, glikoz gibi ihtiyaçlarını ulaştırır. Bunun sürekli olarak sağlanması için de atar ve toplar damarların ömür boyu düzgün bir sistemle çalışması gerekir. Bazı olumsuz durumlarda bu sistem bozulur ve vücutta kan ile yeterince beslenemeyen bir bölge meydana gelir. Beslenemeyen bölge diğer dokulardan farklı bir görünüm alır ve yaşamsal faaliyetlerini kaybetmeye başlar. Bu duruma kangren adı verilir. Kangren tüm organlarda görülebilir. Genellikle kol, bacak ve parmaklarda ortaya çıkan kangren, nadiren iç organlarda da görülür.
Kangren Belirtileri Nelerdir?
Kangrenli organ ilk aşamada soluk bir görünüm alır. Bu dönemde kangren oluşumu fark edilirse doktor müdahalesiyle geri dönüş sağlanabilir.
Daha sonra doku morarmaya başlar. Bu süreç uzundur ve hastalar en çok bu süreçte kangren meydana geldiği için hastaneye başvururlar.
Son safhada ise doku siyahlaşır. Sorunlu bölgede tamamen his kaybolur. Bu aşamadan sonra artık dokunun geri dönüşü imkansızdır. Müdahale edilmezse hastanın hayati tehlikesi başlar.
Kangren Oluşma Nedenleri Nelerdir?
Damar tıkanıklığı oluşması
Kontrolsüz diyabet bulunması
Kazalar nedeniyle bir organı besleyen damarın kesilmesi
Bir kaza sonucu kol, bacak gibi organların bir yere sıkışması veya çok ağır bir yükün altında uzun süre ezilmesi
Sigara kullanımı
Özellikle kış aylarında aşırı soğuklar nedeniyle his kaybı ile başlayan daha sonra dokuların ölmesiyle sonuçlanan kangren vakaları oldukça sık görülmektedir. Halk arasında soğuk ısırması diye de anılır.
Kangren Tedavisi
Kangren tedavisi sorunun hangi safhada olduğuna göre değişir. Rengin soluklaşmaya başladığı dönemde fark edilen kangrende antibiyotik tedavisi ve kangreni oluşturan sebebin ortadan kaldırılması yeterlidir. Eğer renk koyu mora veya siyaha dönüştüyse dokunun sağlığına geri kavuşma ihtimali yoktur. Bu nedenle kangren olan bölge kesilerek vücuttan uzaklaştırılır. Bu sayede kangrenin yayılması önlenir. Daha sonrasında ise hastaya bir süre antibiyotik tedavisi uygulanır.





1 yorum:

BİLKEM POPÜLER

ETİKETLER